29 Haziran 2012 Cuma

Mühürlenmiş Zamanda Anadolu

Beyaz perde karardığında, Bir Zamanlar Anadolu'da (Nuri Bilge Ceylan, 2011) bittiği anda oturduğum yerde kalakalmış, yerimden kıpırdayamamıştım bir süre... Keşke hiç bitmeseydi duygusuna kapılmış, teslim olmuştum filmin akışına... Acaba neden? Bu soru uzun süre beynimi kurcaladı. 


Andrei Tarkovski'nin sinema üzerine tezlerini kaleme aldığı 'Mühürlenmiş Zaman'ını tekrar okuyunca soru cevabını buldu...


Sinema, diğer hiçbir sanat dalının sahip olmadığı olanaklarıyla yönetmene neredeyse sınırsız bir özgürlük alanı sağlar. 

'Sinema, diğer sanat dallarının bir sentezidir' benzeri yaklaşımlar sinemaya hakarettir. 
Tarkovski'ye göre: 'Bu, sinemanın sanat olmadığını söylemekle eş anlama gelir. Oysa sinema, bir sanattır.' (Mühürlenmiş Zaman, Andrei Tarkovski)


Bu bağlamda, sinemanın diğer sanat dallarından belli ölçülerde yararlanma gibi önemli bir lükse sahip olduğu söylenebilir ancak. 

Diğer sanat dallarından yararlanma anlamında ölçüyü kaçıran bazı örnekler üzerinden gelebilecek itirazlara cevap vermek açısından hemen tüm filmlerinde müziğe aşırı derecede başvuran Finli yönetmen Aki Kaurismaki ele alınabilir: 

Tipik bir Aki filmi olan Kibritçi Kız'da (Tulitikkutehtaan tyttö, 1990) anlatının düzenleme biçimi, konuşamamanın vurgulanması ve müziğin aşırı biçimde kullanımı klasik melodramın sağduyusal işlevleriyle ilgilidir. Sadece yirmi dört satırlık bir diyalog içeren Kibritçi Kız, ilk bardan son bara kadar ünlü bir Fin tangosuna yer verir. Tango, Fin popüler kültür ve folklorunun çok önemli bir öğesidir. (Elli Çağdaş Sinemacı, Yvonne Tasker). 


Aki'nin filmlerinde tangolar görüntüde canlı olarak icra edilir, dıştan gelen sesler olarak değil; müziğin icracıları bir anda filmin içine nüfuz ederler. Şarkı sözleri diyalogların yerini alır: Fince Tangolar, Kibritçi Kız'ın ritmidir


Bu biçim Aki'nin tercihidir ve Aki bu tercihiyle başarılı olmuştur da...


Kibritçi Kız'ın can alıcı sahnelerinden biri:




Kökeni Cezayirli Çingenelere dayanan, sonradan Fransız olan Tony Gatlif de müziği aynı şekilde yapıtlarının merkezine oturtur mesela.

Konumuz dışında olan tür sinemasını bu noktada ayrı tutmak gerekir: Örneğin müzikallerin temeli müzikleridir ve bu tür yapıtlar bu temel üzerine bina edilir.

Bizim esas meselemiz sinemasını sadece sinemaya has olanaklarla kotarmaya gayret eden hatta bunu bir yerde kendilerine görev edinen yönetmenler. 

Tarkovski, sinema üzerine kaleme aldığı makalelerinde sinemaya has enstrümanları detaylı bir biçimde analiz ederek, kendince tanımlayarak ve nasıl kullanılacaklarını da eşsiz yapıtlarında göstererek önümüzü aydınlatmıştır.

 Zamanın Heykeltraşı Tarkovski'den Sinema'da Kurgu, Zaman ve Ritm üzerine

"Tarkovski, Ayzenştayn'ın tersine kurgunun bir filmi şekillendiren en önemli ögesi olduğu görüşüne katılmaz. Klasik kurgu sinemasına inanmaz. Onun kurgu sinemasını reddetmesinin nedeni, filmin beyaz perdenin sınırlarını aşarak genişlemesine izin vermemesi, yani seyircinin perdede gördüklerini kendi deneyimleriyle bağdaştırmasına olanak tanımamasıdır. Ona göre kurgu sineması, seyircisini bulmacalarla karşı karşıya getirir, simgeler çözdürür ve alegoriden zevk almasını bekler, seyircinin entelektüel deneyimine seslenir." (Mühürlenmiş Zaman, Andrei Tarkovski)

Sinemada, kurgu kesinlikle şart değildir: Mesela Hitchcock, "İp'i (The Rope, 1948) on dakikalık kesintisiz çekimlerle filme almış. Devamlılığı sağlamak için on dakikalık çekimler arasında oluşan kaçınılmaz aralığı sağa doğru karanlığa kaydırma yapıp daha sonra karanlıktan açılarak gizlemeye çalışmış." (Hitchcock Sineması, Robin Wood) 

Kısacası, Hitchcock kurgulama işini filmi kameraya alırken bitirmiş zaten.

Kurguyu şimdilik attık mı bir kenara... Gelelim zaman ve ritm konusuna:


Tarkovski; 'Filmsel görüntüye, bir çekim süresince zaman akışını yansıtan ritm tam anlamıyla egemendir.' diyerek zamanı ve ritmi bir filmi oluşturan tüm ögelerin önüne koyar. 

"Bir planında zaman akışını sezemediğimiz bir film asla düşünülemez" derken Lumiere Kardeşler'in Tren Geliyor'unu (L'arrive d'un train en gare de La Ciotat, 1895) örnek verir: (Tren beyaz perdeden taşıp seyircinin üstüne üstüne gelir ve izleyici sinemadan kaçar!)


"Filmin ritmini, kurgulanmış planların uzunluğu değil, onların içinde geçen zamanın yarattığı gerilim belirler. Dahası: Filmde zaman, kurgu sayesinde değil, ona rağmen akıp gider. Bu, planda sabitleştirilen zaman akışıdır. Ve yönetmen ise bu zamanı, önündeki kurgu masasında yatan bölümlerin içinden yeniden çekip çıkarmalıdır.", diyerek devam eder Tarkovski. (Mühürlenmiş Zaman, Tarkovski)


Bu tezden şunu anlıyoruz: Eğer çekim esnasında zaman akışını sağlam kazığa bağlayamadıysanız bu meseleyi kurgu masasında çözmek imkansızdır. Geçmiş olsun!


Tarkovski: "Nasıl durmaksızın akan ve değişen hayat her insana, her bir anı kendince hissetme ve kendince anlamlı kılma olanağı tanıyorsa, bir film şeridinde kusursuz bir şekilde sabitleştirilmiş, ama çekimin sınırlarından taşan bir zaman içeren hakiki bir film de ancak zaman onun içinde yaşayabiliyorsa zaman içinde yaşayabilir. Sinemanın özgünlüğü işte bu karşılıklı etkileşimde yatar.

Böyle bir durum gerçekleştirilebildiğinde film de çekilip birbirine eklenmiş bir film şeridinden daha fazlasını ifade eder." diyerek yavaş yavaş toparlamaya çalışır konuyu.

Devamında meseleyi bağlar: "Ritm, film bölümlerinin metrik bir düzen içinde birbirini izlemesi demek değildir. Ritm, daha çok, planlar içinde oluşan zaman baskısı aracılığıyla oluşur. Bir filmdeki en belirleyici ögenin herkesin sandığı gibi kurgu değil kesinlikle ritm olduğuna inanıyorum." 

"Sinemada ritm nesnenin çekimde görülen sabitleştirilmiş yaşamı aracılığıyla aktarılır. Örneğin kamışların hareketinden nehrin akışının niteliğini, nehrin basıncını tanıyabiliriz. Aynı şekilde, hareket akışı içinde çekime yansıyan yaşam süreci de bize, zamanın hareketi üzerine bilgi verir."
"Bir yönetmen bireyselliğini her şeyden önce zamanı sezinleyebilmesiyle, ritmle kanıtlar. Kısacası ben, çekimdeki zamanın bağımsız ve belli bir saygınlık içinde geçmek zorunda olduğunu düşünüyorum."
"Ritm duygusu, örneğin edebiyatta sahip olunması gereken sözcük hassasiyetiyle eşanlamlıdır. İyi seçilmemiş bir sözcük edebiyatta nasıl eserin gerçek olma özelliğini bozarsa ritm de filmde aynı şeye yol açar.
Bu nedenle benim mesleki görevim özgün, bireysel bir zaman akışı yaratmak, düşlere dalmış, ağır aksak ritmlerden taşan, coşan, hareket ritmlerine kadar uzanan içimdeki tüm özgün zaman duygusunu yansıtmaktır." (Mühürlenmiş Zaman, Tarkovski)



Bir Zamanlar Anadolu'da işte tam da bu bahsi geçen zaman-ritm ekseninde yakalamıştı beni, mıhlamıştı koltuğuma:

Bir sekansta çerçeveye hapsolurken, bir diğerinde perdenin sınırlarını aşıyordu zaman...

Su gibi akıp yol alırken bazı bazı; aksak ritme bağlayıp tıkanıp kalıyor, soluksuz bırakıyordu zaman zaman...

Anadolu'da bir zamanlar mühürlenmişti zaman...

Mesleki görevini başarıyla yerine getirmişti o zaman Nuri Bilge Ceylan!



Tarkovski, bir söyleşisinde; trenle seyahat ederken manzara gözümüzün önünden nasıl akıp gidiyorsa bir sinema filmini de beyaz perdede o şekilde izlemek gerekir demiş.

Eğer bir film zaten tarif ettiğin şekilde akıyorsa beyaz perdede; takip etmek için fazla çaba sarfetmek gerekmiyor be Usta...

Bir Zamanlar Anadolu'dayı izlerken perdede tıkır tıkır ritmiyle nehir misali şırıl şırıl akan Stalker (Tarkovski, 1979) başta olmak üzere Tarkovski'nin yapıtlarını an(ımsa)mamak mümkün olmadı benim için...


NBC'ye BZA'dan dolayı Saygılarımla,


Esen K.